Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman

Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar

(Nasıl Okudular, Nasıl Okumalıyız?)

Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman (20.11.2010)

Kur’an, Ehl-i Kitap Yahudiler ve Hıristiyanlar da dahil dinli dinsiz, tebliğin ulaştığı tüm insanlara gönderilmiş en son semavî bir rehberdir. En son peygamber Hz. Muhammed vasıtasıyla tebliğ edilip yaşanmıştır. Her ne kadar, ilk tebliğ açısından, belli bir zaman diliminde yaşamış ve bilinen bir topluma hitap etmiş olsa da muhtevası evrenseldir. Allah tarafından inzal edilmiş olması ve indirildiği günden zamanımıza dek hiçbir harfine dahi halel getirilmeden sağlam olarak gelmiş olması, onun tarihsel niteliğine rağmen evrensel bir kitap olduğunun en açık delilidir. Çünkü o insana ve insanın temel ihtiyaçlarına hitap etmektedir. Temel hak ve özgürlükleri, dokunulmaz ilkesiyle koruma altına almıştır. Akla, tefekküre, ilme ve güzel ahlâka teşvik etmektedir. Çağırdığı hayat bahşeden dine bilgi ile basiret ile irade ile davet etmektedir. ikrah ile imanı, imanın doğasına aykırı bulduğu gibi körü körüne iman etmeyi de taklit olarak değerlendir ve bir an önce tahkikî imana geçmeye teşvik eder. Onun hiçbir ayeti, hiçbir hükmü ve hiçbir bilgisi dogma değildir. “O bir kutsal kitaptır; ona ancak inanılır, bilimsel yönden değerlendirilemez…” sözü, Kur’an için söylenecek isabetli bir söz değildir. Bunu, Tevrat ve İnciller katagorisine dahil ederek söyleyen kimseler, Kur’an’ı görmeden, tanımadan ve içeriği hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadan söyleyen son derece cahil ve küstah kimselerdir… Çünkü Kur’an, hem Allah’a hem de iman edilmesi gereken şeylere imanı, yetişkin ve irade sahibi bir insanın, duyuları vasıtasıyla elde edeceği verileri/delilleri muhakeme süzgecinden geçirdikten sonra, elde edeceği doğru/müsbet bilgilerle/bilimsel bilgi sahip olduğu kesin kanaat sonucu gerçekleşen bir tasdik/olgu olarak tarif etmektedir. Kendisine yönelen her Müslümanın da ancak böyle inanmasını istemektedir.

Kur’an, “Ancak adalet ve insaf sahibi âlimler Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet eder.”, “Ancak kendilerine ilim verilen kimseler bu kitabın Allah’tan gelmiş bir gerçek olduğunu bilirler.” derken bilgi ile iman ilişkisini bu derece net olarak ortaya koymuştur. Bilgi kaynakları ise, büyük çoğunlukla enfüsî ve afakî ayetler, yani insanın kendi şahsında ve çevresinde gördüğü olgu ve olaylardır…

İlk Müslüman nesil, bu bilgilerle Kur’an’ın Allah’tan gelen bir gerçek olduğuna ve Hz. Muhammed’in doğru söylediğine inandılar. Bu iman ve teslimiyetle yaklaşık yirmi üç yılda pasajlar hâlinde bölüm bölüm indirilen ayetleri, Allah’tan kendilerine gönderilmiş değerli bir mektup düşüncesiyle heyecanla alıp alıp şevkle okudular. Okumada, asla acele etmediler; tıpkı ipliğe inci dizer gibi, tâne tâne ve her kelimeyi, her terkibi, her cümleciği ve cümleyi tanıyarak, mana yönünden hakkını vererek okuyup anladılar. Okuduklarını anlamakla kalmayıp özümsedi ve içselleştirdiler. Hayatları için yepyeni bir rehber edindiler. Onun kılavuzluğunda cahiliye dönemine ait batıl inançlarını, ahlâklarını, hayat tarzlarını, zihniyetlerini tamamen terk ettiler. Kendilerini baskı altında tutan âdet ve geleneklerinden uzaklaştılar. Onun aydınlığında cahiliye döneminin karanlıklarından kurtulup İslâm nurunun hayat bahşeden aydınlık iklimine kavuştular. Onların yolunu takip edenler de aynen onlar gibi yaptı ve Kur’an ile yüceldi, pek çok toplumları da birlikte yücelttiler.

Kur’an sünnetullah gereği Arap Dili ile indirilmiştir. Onun Arap Dili ile indirilmiş olması, Arapların dışındaki uluslar için bir dezavantaj sayılmakla birlikte çözümlenmez bir problem de değildir. İsteyen her millet, yapacağı tafsilatlı açıklamalarla onu kendi diline çevirir; dikkatli ve titiz çalışmalarla ortaya koyacağı meal ve tefsirlerle bu problemi halledebilir... Bu yöntem Kur’an’ın mantığında zaten vardır…

Bugün % 99’u Müslüman olan Türk Milletinin okuma yazma bilenleri için Kur’an’ı anlamadan okumaya devam etmelerini haklı gösterecek hiç bir sebep ve mazeret bulunamaz. Zira el altında Türkçe olarak hazırlanmış çok sayıda meal ve yeterli sayılabilecek nitelikte özgün tefsirler mevcuttur. Ayrıca başka dillerden Türkçemize kazandırılmış olan diğer tefsirler de bu ihtiyacı karşılayabilecek nicelik ve niteliktedir.

Bilinmelidir ki, içerisinde anlayış bulunmayan okuma, hakiki okuma sayılmayacağı için Kur’an’ı anlamadan okumak, ondan nasibini almak anlamına gelmez... Çünkü balı kavanozun dışından yalayan kimse o baldan ne kadar gıda alırsa, Kur’an’ı anlamadan okuyan kimseler de Cenab-ı Allah’ın insanlık âleminin önüne açtığı ziyafet sofrasından, ancak o kadar bir pay alırlar!

Ücretli-ücretsiz hatim indirmek, mezarlıklarda hazır hatimler, “Tebareke” ve “Yasin”ler satmak XXI. asra ayak basmış hiçbir Müslümana yakışmamaktadır. Şu asrın Müslümanları, Kur’an’ı ölüler kitabı olmaktan kurtarmadıkça, onun hayat bahşeden davetine dikkatle kulak verip gereklerine harfiyen uymadıkça onun kılavuzluğundan yararlanmaları mümkün değildir. Daha kötüsü, sorumluluğundan da kurtulamazlar…

Bilinmelidir ki Kur’an, ölmüş de kabre konulmuş meyyitler, cesetler için değil, yaşarken ölü mesabesinde olanları diriltmek, gaflet uykusundakileri uyarmak ve sapkın yoldakileri doğru yola iletmek için indirilmiş bir hayat kaynağıdır. O hâlde ey Müslüman, sen de kendini ölüler yerine koyma! Ondan gafil olanlarla aynı hayatı yaşama! Sırf sevap için veya ölüler için Kur’an okuma! Senin ondan nasibin, “Her harfine on sevap olmamalıdır.” Olamaz da… Çünkü Hz. Peygamber bu sözü, ana dili Arapça olup Kur’an ile dirilmiş, doğru yolu bularak gerçek hayata kavuşmuş olan Sahabe-i Kiram için söylemiştir. Biliniyor ki, onların dünyasında anlamadan Kur’an okumak diye bir şey yoktu. Onlar Kur’an’ı ölüleri için de okumuyorlardı… Sahabe-i Kiram okuduklarını anlayarak, hatta özümseyerek, içlerine sindire sindire okuyor ve yaşıyorlardı… Kaldı ki, “Her harfine on sevap…” bir teşviktir. Tıpkı küçük çocukları namaza alıştırmak için vaat edilen şeker gibi… İnsan yetişkin çağa geldikten sonra, artık şeker ile hiçbir şeye teşvik edilemez… Çünkü o yaştaki bir müminin önünde teşvik olarak gerçek mümin vasfını kazanma, Rahman’ın özel kulları arasına katılma, derece bakımından Allah’a yakın olanlardan olma gibi daha hayırlı teşvikler de var… Yüce Mevla’mız: “Hayırlarda birbirinizle yarışın!...” buyuruyor. Senin için Kur’an’dan alacağın pay, çocukların isteyecekleri şeker kadar mı olmalıdır? Yaşayarak derece bakımından Allah’a yakın olanlardan olmak dururken, hâlâ sevap için mi Kur’an okumalısın! Hiç düşünmez misin, yaş kemalini bulduktan sonra hâlâ sevap için Kur’an okuma çabası, çocuksu bir düşünceden başka ne olabilir?

Sen Allah’ın yeryüzündeki halifesisin! Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten çekindikleri ilahî emanet, bilesin ki, senin sırtındadır! Tüm insanları taşımakta olan şu gemi, cahilce, hatta delice cesur, son derece zalim, aklı başında olmayan, hevasını tanrı edinmiş kimselerin keyfî yönetimleri sebebiyle sürekli olarak su almaktadır… Bu gemi battığı zaman, onu batıranlarla birlikte sen de batacaksın, bu belli… Fakat elinde, sana yükümlülük ve sorumluluklarını sürekli olarak hatırlatmakta olan Kur’an’a rağmen eğer gemi batarsa, yalnız kendi günahlarının yüküyle değil, Allah’ın huzuruna sorumluluğunu taşımakta olduğun tüm insanların yükünü de taşıyarak çıkartılacaksın!

Yapılması gereken, Arapçayı öğrenme imkân ve zamanı olanlar Arapça’yı öğrendikten sonra Kur’an’ı kendi özgün dili ile okumalıdırlar. Her hangi bir sebepten ötürü bu imkânı olmayanlar, Türkçe tefsirler veya Türkçemize kazandırılmış başka dilde yazılmış tefsirler yardımıyla anlayarak okuyabilirler. Hem de sahabenin yaptığı gibi acele etmeden, bölüm bölüm... Bu imkâna sahip olmayanlar ise bilen, ehliyetli ilim adamlarının sohbetlerine iştirak etmek suretiyle Kur’an’dan mutlaka istifade etmeli ve hayatlarını onunla yönlendirmelidir.

Emekli öğretim üyeleri, öğretmenler ve din görevlileri, bilmelidirler ki, gerçek emeklilik ölümle başlar. O güne kadar her bilen, yurt içinide veya yurt dışında, bildiklerini mutlaka birilerine bir biçimde anlatmalıdır. Aksi halde sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir…

Allah’a gerçek anlamda kul olmadıkça O’nun dışındakilere kul olmaktan kurtulmak mümkün değildir. Sadece Allah’a kul olabilenler özgürlüğü doyasıya yaşayabilirler. Allah’tan başkasına kul olan hiç kimse, insani kimlik ve kişiliğini koruyabildiğini söyleyemez. Bu da ancak Kur’an ikliminde onun atmosferi içerisine girmek ve onun hayat bahşeden soluklarını solumakla mümkündür. Hayattaki yükümlülük ve sorumluluklarının bilincinde olmak da ancak bu hürriyetle yaşanabilir.

“Gerçekten size, Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanları Allah onunla kurtuluş yoluna götürür.” (Maide, 5/1516.)

İyi kulak ver de bak! Kur’an, gönüllere hitap ediyor, inananları düşündürüyor, insanlık âlemine en sağlam ve en doğru yolu gösteriyor. O, uyguladığı bu yöntem ile en karanlık çağda, vahiy nuru ile aydınlanmış muazzam bir İslâm dünyası vücuda getirebilmiş etkin bir kitaptır. Bu onun gücüdür. Onu inkâr edenlerin veya tanımadan konuşanların lakırtılarına bakma! Gözleri, gönülleri ve basiretleri kapalı kimselerin, yanmakta ve etrafı aydınlatmakta olan bir lambayı göremediklerini söylemeleri, lambadan değildir, kendilerindeki kusurdan dolayıdır.

Kur’an’dan rahatsız olanlara gelince. Onlara cevap Ziya Paşa’dan olsun:

 “Rencide olur dide-i huffaş Ziya’dan…”

Evet, yarasalar, gündüzleri karanlık, kuytu ve izbe yerlerde geçirir, ancak gece karanlığında avlanmaya çıkarlar. Çünkü onların gözleri ışıktan, aydınlıktan rahatsız olmaktadır…

Kur’an, bir toplumun bozulması ve yıkılmasının sebeplerini Hakk’tan uzaklaşmaya; inançların değişmesine, ahlâkın bozulmasına, manadan uzaklaşılıp maddeye bel bağlanmasına, sözün kısası asıl sebepleri terk edip görünen sebeplere dayanılmasına bağlar. Hukuka saygısızlık, sınıfsal bölünmeler, ezenler ve ezilenler… Bunların hepsini de bu çözülmenin, bozulmanın ve yıkıma doğru gitmekte olan hayatın sonuçları sayar.

Ahmet b. Hanbel’in dediği gibi, bu millet mademki Kur’an’ı terk yüzünden yıkıldı, yeniden ayağa kalkması da onunla olacaktır. Öyleyse düzelme de sağlam bir inanç, güzel ahlak, Kur’an ve Sünnet’in aydınlık rehberliğinde gerçekleştirilmelidir.

O hâlde Kur’an, mezhebî taassub ve gelenekçi bir yaklaşımla değil, asrın ihtiyaçlarına cevap olacak biçimde basiretle, engin vukuf ile okunmalıdır! Çağdaş ilim ve teknolojinin verilerinden azamî derecede istifade ile ona yaklaşılmalıdır... Allah’ın, insanlık âlemine açılmış olan ziyafet sofrası henüz ortada iken, ondan gerektiği ölçüde pay alınmalıdır…

Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı,

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı...

Resulullah’ın (s.a.v.) Kur’an okuduktan sonra yaptığı şu duâsı ile sözlerime son veriyor ve tüm kusurlarımdan ötürü Yüce Rabb’imden bağışlanmamı niyaz ediyorum.

“Allahım, Kur’an ile bana rahmet et, hayatım boyunca onu bana önder yap, ışık yap, rehber et ve rahmet kıl!

Allah’ım, O’ndan unuttuklarımı bana hatırlat, bilmediklerimi öğret, gecenin derinliklerinde onunla beni rızıklandır.

Ey âlemlerin Rabb’’i, O’nu bize kılavuz eyle!” (Zerkeşî, Burhan, I/475)

Prof. Dr. M. Zeki Duman

20.11.2010

Nüzulünden Günümüze Kur’an ve Müslümanlar

(Nasıl Okudular, Nasıl Okumalıyız?)

Fecr Yayınevi

6. Baskı – Mart

 

 

Site tasarımı Mehmet Akif Duman

Elektronik posta adresi