Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman

İnsan

(Bor Belediyesi ve Kur’an Evi Derneğinin Düzenlediği Konferanstan /06/07/2012)

Konferansımızın İkinci Alt Başlığı İnsan. İnsan Allah tarafından yaratılmış mükemmel bir varlıktır. Ahseni Takvim üzere yaratılmıştır. Aklı, tefekkürü ve bilhassa tarih boyunca gerçekleştirmiş olduğu ve gittikçe yükselen ilmi ve teknolojik başarıları da göstermiştir ki o, fiziki ortamda gerçekten en üstün varlıktır.

“İslam’da İnsan, erkek veya kadın olmaktan önde gelir!”

 Tarihten Gelen Kadın Sorununa Yaklaşım /“İslam’da Kadın”

Aslında “Kur’an’da Erkek” sözü ne kadar Kur’an’a yabancı ise, “Kur’an’da Kadın” sözü de o derece Kur’an gerçeğine aykırı, yad ve yabanıl bir kavramdır. Çünkü ontolojik varlığı, yaratılış şekli , değer , haklar, özgürlükler, yükümlülükler, sorumluluklar, mükafatlar ve cezalar… söz konusu olduğunda Kur’an’da “erkek” veya “kadın” değil “insan” mevzu bahistir. O sebeple “Kur’an’da Kadın” tabiri Kur’an realitesine aykırı ve yabancıdır. Çünkü erkek ve kadın Allah nazarında insan vasfıyla kuldur  ve “eşref-i mahlukat” olarak yüce bir değere sahiptir .

Kur’an açısından insan, mükemmel bir varlıktır. Ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır. Aklı, tefekkürü, bilhassa tarih boyunca gerçekleştirmiş olduğu ve gittikçe yükselen ilmî ve teknolojik başarıları de göstermiştir ki o, fizikî ortamda gerçekten en üstün varlıktır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “eşref-i mahlukattır.”; Rabbü’l-âlemîn olan Allah’ın “iki elimle yarattım...” ; “Ruhumdan ruh verdim...  dediği, meleklere secde etmeye mecbur bıraktığı, ilâhî emanete lâyık görerek yer yüzünde kendisine halife yaptığı  Akıllı, iradeli ve Rabbinin yanında ayrıcalıklı bir kuldur.

Her şey onun için,  o ise sırf Yüce Rabbi için yaratılmıştır.  Çünkü Rabbi ona değer vermiş ve yaratılmışların pek çoğundan üstün tutmuştur.  En güzel fıtratı ve sureti ona bahşetmiştir.  O, Yüce Allah’ın zatından ruh,  esma ve sıfatlarından sıfat taşımakta olan yüce bir varlıktır. Fiziki ve ruhî yapısıyla insan yaratılmışların özü, âdetâ özetidir.  Hz. Ali’nin deyimiyle “Zübte-i âlemdir…”; büyük kainatı /evren da içerisinde taşıyan küçük kainattır… Yaratıcının yeryüzündeki yegâne halifesi  ve ilahi emanetin biricik muhatabıdır.

Evrendeki her şey insan için yaratılıp ona boyun eğdirilmiştir.  İnsan ise Allah’tan başkasına boyun eğmemekle yükümlüdür… O sebeple Allah’tan başkasına kulluk /şirk, insanı insanlık vasfından uzaklaştırıp aşağıların da aşağısına düşüren  ve tövbe edip arınılmadığı sürece affedilmez bir günah  sayılmıştır. Zira şirk /kendisi gibi veya kendisi için yaratılmış bir varlığın önünde eğilmek insanın, önce Yüce Rabbine, sonra “Hak” kavramına sonra da kendi kendisine en büyük zulmü ve ihanetidir…

Cins, renk, ırk, makam ve durumu ne olursa olsun, her insan Âdem’dendir, Âdem ise topraktan yaratılmıştır. Topraktan yaratılma hâlen devam etmektedir.  Sonuçta her canlı gibi insanın da döneceği yer orasıdır... Bu yüzden tüm insanlar, insan olarak tarağın dişleri gibi eşittirler; hiçbir ırkın, hiçbir milletin ve hiçbir cinsin diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Çünkü insanları renklere, ırklara ve milletlere ayıran Allah’tır. Bu da sırf “tearüf” /kökenini ve milletini tanımak, “sıla-i rahm”in gereğini gerçekleştirmek içindir. Üstünlük ise, sadece “takva”dadır.  Takva’nın dışında hiç kimse kimseden daha üstün değildir... İnsanlık tarihinde ayrıcalıklı olarak yaratılmış hiçbir nesil de olmamıştır! İnsanların en seçkini ve faziletlisi peygamberler de dâhil, tüm insanlar aynı fıtratta, aynı amaçla, aynı yükümlülük ve sorumluluk ile yaratılmışlardır...

“Kadın” ve “erkek” ise, Hz. Peygamber’in de buyurduğu gibi, insan denen bir bütünün karşı cinsten, olmazsa olmaz iki ayrı parçasıdır.  Ne tek başına erkek, ne de tek başına kadın insanı ifade eder; ancak ikisi birlikte insanı vücuda getirir ve yaratılıştan sahip oldukları değerlerini korurlar. Zira insani ve İslami tüm değerler bu bütüne özgüdür. O sebeple kadın ve erkek, birbirine nispetle içle dış gibidirler; birisi varsa diğeri de vardır… Ruhla beden gibidirler; ruhsuz insan ölü, bedensiz ruh ise insanı temsil edemez... Biri diğeri için yaratılmış ve birbirinde sükûn ve huzur bulmaları için kendi cinsine eş yapılmıştır. Birbirine kaynaştırmak için Yüce Allah aralarına harç olarak kendi katından “meveddet” ve “rahmet” duygularını koymuştur.  İnsanın varlığı, soyunun devamı ve kadr-u kıymeti ancak bu iki çiftin birliği ve birlikteliğiyle mümkündür... O sebeple denilmiştir ki, “Kur’an’da, insan olmak kadın veya erkek olmaktan önde gelir.”

Yüce Yaratıcı, kadın ile erkeği değerli kılan şeyin ancak kendileri olduğunu; biri olmadan diğerinin kemal vasfını kazanamayacağını şu âyetteki beliğ bir teşbih ile ifade etmiştir:”Kadınlar sizin elbiseniz, siz de onların elbiseleri mesabesindesiniz...”

Denilmiştir ki, “...Dinî ananede elbise insanın alteregosudur”, yani öbür ben’idir.  Elbise, zâtından, kişiliğinden sonra insanın insanlık yönünü tamamlayan en önemli dış unsurdur. Elbise, insanın bedensel fıtrî ziynetine bir leke gibi düşün avret yerlerini /sevât  örtmek suretiyle onun güzelliğini tamamlayan özel bir süsüdür: “Ey adem oğulları! Mescide her gittiğinizde ziynetinizi alınız...”  Müşrikler gibi Kâbe’yi çırıl-çıplak tavaf etmeyin.  ayeti de elbisesizliğin insanın eksikliğine vurgu yapmıştır. Zira ruhsuz, akılsız insan düşünülemediği gibi, zorunlu ve istisnaî haller dışında elbisesiz kâmil /tam bir insandan söz etmek de mümkün değildir.

Bu ayet, aynı zamanda kadın erkek ayrımı yapmaksızın her birinin diğerine nispetle lâzım-ı gayr-ı müfarıkı, yani olmazsa olmaz cinsinden tamamlayıcı bir unsuru olduğunu ifade etmektedir. Elbise insan içindir ve insanlık gerçeğini tamamlayıcı bir unsurdur. İnsan veya insanlık gerçeği olmasa, elbisenin bir anlam ifade etmeyeceği gibi, İnsan olmadan elbisenin, elbise olmadan çırılçıplak bir insanın insanî değeri yoktur. Ancak insan ile elbise, elbise ile de insan gerçek değerini birbiriyle bulabilmektedir...

İnsan başlı başına bir değerdir. Allah katında dokunulmazlık zırhına büründürülmüştür. Kadın veya erkek fark etmez, “...Kim, herhangi bir cana veya yeryüzündeki bir bozgunculuğa karşılık olmaksızın bir insanı öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir; kim de bir insana hayat verirse, tüm insanlara hayat vermiş gibi olur!”

Müslim olsun gayr-ı Müslim olsun, hiçbir insan bir başkasının insanları katletmesine dahi göz yumamaz:

“Kaldı ki zayıf bulunup ezilmekte olan bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar: “Rabb’imiz, halkı zalim olan şu beldeden bizi çıkart, bize katından bir sahip, tarafından bir yardımcı gönder!” diye yakarırlarken siz ne diye Allah yolunda savaşmayacaksınız ki!”

“Allah’ın Kur’an’daki muhatabı hep erkektir; kadına aynı değerde yer verilmemiştir” diyenler dil açısından yanılmaktadırlar. Çünkü açıklık ilkesi sebebiyle özel durumlar hariç, Kur’an’da erkeklere yönelik hitaplar, Arapçadaki “tağlib” kaidesi gereğince, aynı zamanda kadınlara da yapılmıştır. Çünkü kadına ve erkeğe birlikte yapılacak hitaplarda dil gereği müzekker /eril form kullanılmıştır. Aynı durum Fransızca için de söz konusudur… Binaenaleyh erkeğe ne hitap edilmişse, kadına da aynısı söz konusudur. Mesela;

 İslami literatürde ‘Zaruriyyat-ı diniye,’ Modern söylemde “Temel Haklar ve Özgürlükler” olarak adlandırılan, başta “hayat hakkı” olmak üzere her “insanın” aklı, dini, malı ve nesli hürmete layık kılınmış ve ilahi yasalarla koruma altına alınmıştır. Kimsenin canı, aklı, dini, malı ve nesli bir başkasının inisiyatifine bırakılmamıştır. Kadın da erkek gibi aklının, fikrinin, inancının… sahibidir. Bu beş temel hakkı insana bahşeden Allah’tır ve herkes, sadece Allah’a karşı sorumludur… Mülk edinme ve mülkünde istediği gibi tasarrufta bulunma hak ve yetkisi erkek için ne ise kadın için de aynıdır. Çocuk sahibi olup olmama kararında ve çocuklarının eğitiminde kar-ı koca birlikte söz hakkına sahiptirler. Bir mükellef olarak birlikte yapacakları her işte kadın ve erkek aynı derecede sorumludurlar.  Bu ve benzeri tüm özlük hakları insana doğuştandır ve Allah vergisidirler. Kötüye kullanılmadığı ve başkalarının hukukuna zarar verilmediği sürece onların kısmen de olsa gasp edilmesi, kısıtlanması veya kişi tarafından su-i istimâl edilmesi yahut tümüyle yok edilmesi haramdır.

İslam’ın iman esasları, namaz, oruç, hac, zekat, sadaka, kurban; abdest, gusül gibi kullukla ilgili tüm pratikler ve ahlak ilkeleri kadın veya erkeğe değil, “insana” yönelik hitaplardır; haram ve helalleri de öyle... Kadın ne ile mükellef ise, erkek de onunla yükümlü tutulmuştur… Yahudilik’te olduğu gibi  erkeğe helâl olup da kadına haram kılınmış hiçbir hüküm Kur’an’da yer almaz. Bu yüzden Allah Tealâ Kur’an-ı Kerim’de hep: “Ey insanlar!...” “Ey iman edenler!...”, “Ey münafıklar!...”, “Ey Kâfirler!...” şeklinde, çoğunlukla cinslere değil, insana yönelik genel hitaplar kullanmıştır.

Salih amellerin değerlendirilmesinde de kadın erkek ayırımı yoktur; hiç kimse bu hususta kıl kadar olsa haksızlığa uğratılmayacaktır.

“Hiç şüphe yok ki Allah’a boyun eğen erkekler, Allah’a boyun eğen kadınlar; mümin erkekler, mümin kadınlar; içtenlikle itaat eden erkekler, içtenlikle itaat eden kadınlar; doğru sözlü erkekler, doğru sözlü kadınlar; sabreden erkekler, sabreden kadınlar; Allah’a gönülden baş eğen erkekler, Allah’a gönülden baş eğen kadınlar; sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, Allah yolunda daim duran erkekler, Allah yolunda daim duran kadınlar; haya ve namuslarını koruyan erkekler, haya ve namuslarını koruyan kadınlar; Allah’ı zikreden erkekler ve Allah’ı zikreden kadınlar için Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”

“Allah, erkek-kadın... sizin hiç birinizin yaptığı işi, asla zayi etmez. Siz birbirinizdensiniz...”

Erkek ve kadınlar kanunlar ve yargı karşısında da eşittirler; evli bekar fark etmeksizin, bir erkek işlediği herhangi bir suçtan ötürü ne ile cezalandırılacaksa, aynı suçu işleyen kadın da aynı cezaya çarptırılır. Dünyevi hadlerde de eşitlik esastır. İşlenen suçun kime karşı işlendiği hiç önemli değildir.  Suçu kim işlemişse, cezayı da o çeker… Zira cahiliye devri Arap toplumunda olduğu gibi, kadına, köleye karşı işlenen bir kısım suçlar cezasız bırakılmamıştır…

Kur’an’da kadın ile erkeğin ayrı ayrı muhatap alındıkları iki konu vardır. Bunlar da tamamen fıtratın insana yüklediği görevler olarak bilinmelidirler. Bunlardan biri vatanın savunması, ikincisi ise aile yuvasında karı koca rolleri altındaki görev taksimidir.

Kur’an-ı Kerim’de, insanın, sadece biyolojik yapısından ve buna bağlı olarak özel kabiliyetlere dayalı yükümlülüklerden söz edilirken kadın erkek ayrımı vardır. Ki bu da kadın-erkek ayırımı veya ayrıcalığı meselesi değil, Seyyid Kutub’un da dediği gibi, tamamen “…cinsiyet farklılığı, fonksiyon/görev farklılığı, birbirini tamamlama ve bunların ötesinde ilahi sistemin öngördüğü eksiksiz bir adalet sistemi…” (III/52) meselesidir. Yani, İslâm’da görev dağılımında esas olan ehliyet, liyakat ve adalet ilkesinin vazgeçilemez taleplerinden olduğu içindir. Çünkü hiç bir insan fıtratına ve kabiliyetlerine aykırı bir konumda değerlendirilemez... Erkekten beklenmesi gereken bir iş kadından; kadından beklenmesi gereken bir iş de erkekten talep edilemez.

Resulüllah’ın (s.a.v.) Asr-ı saadetlerinde İslam’da şehitlik rütbesinin insana kazandırdığı üstün değer sebebiyle kadınların sözcüsü olarak Ümmü Seleme (r.a) Allah’ın Resulüne müracaatta bulunmuş ve: “Ya Resulallah! Ne savaşıp şehit düşüyoruz ne de mirasta erkeklerle eşit pay alıyoruz?” dedi. Bunun üzerine şu ayetin inzal edildiği söylenmiştir:

“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin!③ Zira erkeklerin de kazandıklarından bir payı, kadınların da kazandıklarından bir payı vardır. Allah’ın lütfundan isteyin! Muhakkak ki Allah her şeyi bilmektedir.”(Nisa, 4/32)

Bu şu demektir, aranızdaki derece farkı doğuran ilahi bağışlara özlem duyarak bunu bir hak ihlali veya kıskançlık meselesi etmeyin! Erkekler kazançlarından pay aldıkları gibi kadınlar da kazançlarından pay alırlar. Allah’ın adaleti herkese hak ettiğini mutlaka eriştirecektir. O halde siz isteyeceğinizi Allah’tan isteyin! Zira Yüce Allah, birbirinden meydana gelmiş ve biri diğeri için yaratılmış olan kadın ve erkekten hiçbir salih amel sahibinin hakkını ve emeğini asla boşa çıkartmaz. Fıtrat gereği farklılıkları ve özel görevleri olan hiç kimseyi avantajlı olarak şu imtihan ortamında yarıştırmaz! (Bkz. Al-i İmran, 3/195)    Bilinmelidir ki, Allah yolunda şehit düşen her mümin bir annenin doğurup büyüttüğü ve Allah yolunda cihat için savaşa saldığı çocuğudur. Dinimizde “ed-dallü ala’l-hayr ke failihi”dir. Yani Bir hayra sebep olan onu yapan gibidir. Kadınlar hem yurt savunmasında görev alacak mücaihtleri hem de savaşta telef olan şehitlerin yerlerini dolduracak erkekleri doğurmak suretiyle çok önemli bir fonksiyon icra etmektedirler. Onların en kutsal görevi insanlık hazinesi olarak çocuk yetiştirmek ve onların eğitim ve öğretimiyle ilgilenmektir. Yüzlerce erkek bir araya gelse, bir insanın yerine başka birisini vücuda getiremezler. O sebeple annelerin savaşta şehit oma şanslarının bulunmaması şehit sevabı kazanmalarına asla mani değildir. Ancak insan üretiminin ana kaynağı olan kadınlar bu işi yaparlar…

Anlaşılıyor ki, çocuk doğurmak, çocuğunu emzirmek, büyütüp beslemek... böylece toplumun insan ihtiyacını karşılamak yalnızca kadınların hassası ve işidir... Ev ve el işlerinde de genellikle kadınlar üstündür. Ülkenin veya ailenin maddi ve manevi tehditlere karşı savunmasında; ailenin rızkının temini ve yönetiminde erkekler kadınlara göre daha müsait olarak yaratılmışlardır. Yüce Allah, anatomik yapıları ve psikolojik üstünlükleri sebebiyle erkekleri yurt savunmasında ve aile çatısı altında özel  görev ve sorumluluk yüklemiştir. Kur’an ve Sünnette, bu konu ile ilgili hitaplar hep erkekleredir. Kadınlar, şayet kendilerine ihtiyaç hȃsıl olursa geri hizmetlerde bir nevi lojistik destek olarak bulunup kendilerine uygun işleri yapabilirler. Seferberlik halinde ise, yediden yetmişe, eli silah tutan her insan görev alır. Aksi halde kadınlar savaşa gitmekle yükümlü değildirler ve gitmemelidirler de...

Aile yuvasındakine gelince, Allah Tealâ, “…birbirlerinden üstün yaratması ve kendi mallarından harcamaları sebebiyle”  sebebiyle aile yönetiminde erkekleri yükümlü kılmıştır.  Hz. Peygamber de: “İnsanları, layık oldukları yerlerine koyunuz...”  buyurmuştur… Evrensel bir kuraldır; yönetimde ikilik /çift başlılık asla salah getirmez ; tam aksine fesada sebep olur. O sebeple tüm medeni toplumlarda ve yönetim birimlerinde yönetici tektir.  Ailelerde de yönetici tektir ve kocadır. Her kurumda olduğu gibi, ailenin yöneticisinden istenen de, yönettiği kimselerin temel hak ve özgürlüklerine saygılı olmak, İslam’ın adalet ve istişare ilkesini azami derecede korumak ve görev bilincini muhafaza etmektir. Yönetilenden beklenense, ‘örf’e, yani akl-ı selim ve dine aykırı olmamak şartıyla yöneticisine saygılı olmak, ailevi yasalara uymak ve kuralları harfiyen uygulayarak yöneticisine yardımcı olmaktır. Emreden, herhangi bir âmir veya eş değil, Hz. Peygamber dahi olsa, kula itaat sadece ma’ruftadır; akl-ı selimin ve dinin kabul etmeyeceği hiçbir hususta/münker insana itaat edilmez.  İşte bu yüzden “Halika isyan olan yerde mahlûka itaat caiz değildir.”

Bu ilkeler çerçevesinde kalmak şartıyla “Ailede yönetici kocadır.”: “Allah’ın birbirlerinden üstün yaratması ve kendi mallarından harcamaları sebebiyle kocalar, ailede kadınlarına yöneticidirler. Saliha hanımlar ise, gönülden itaat eden ve kocalarının olmadığı yerde, Allah’ın koruduklarını koruyan kadınlardır…”

Hanımı da “saliha kadın” vasfıyla içten gelen arzu ile seve seve kocasına /yöneticisine itaat eder. Kocasının gıyabında, Allah’ın koruduğu ve korunmasını emrettiği maddi ve manevi değerleri muhafaza eder.

Aile çatısı altında karı ve koca eşit haklara sahiptirler; biri diğerini nefyedecek şekilde bir hak üstünlüğü söz konusu değildir. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Sizin hanımlarınız üzerindeki haklarınıza denk onların da ma’ruf vechile sizin üzerinizde hakları vardır. Fakat kocaların hakları bir derece fazladır. Allah güçlüdür, her şeyi yerli yerince yapar.”  Belki de kocaların hanımları üzerindeki bir derece fazla olan hakları, ailenin yönetim ve geçimliğini temin gibi ağır yükümlülükleri sebebiyledir.

İnsan hakkındaki bu temel prensipleri tespitten sonra, şimdi de tarihten gelen kadın sorunlarına Kur’an’ın yaklaşımı” bahsine geçmek istiyoruz. Aslında kaynağı itibariyle bu meseleyi “Kadının Sorunları…” olarak değil, tarih boyunca kadınların temel hak ve özgürlüklerini tamamen veya kısmen kısıtlayan erkeğin sorunu olarak adlandırmak daha isabetli olur. Zira Kur’an’da, kadınların toplumda ve aile hayatındaki sıkıntılarını gidermek amacıyla getirilen hükümlerin hepsinde hitap erkekleredir…

Mesela; Cahiliye dönemi Arap toplumunda kız çocuklarına reva görülen gayrı insani tutum, babaların bir suçu olarak resmedilmiş ve tarihe kara bir leke olarak geçmiştir:

“Onlardan birisine, ‘bir kız çocuğun doğdu’ müjdesi verildiği zaman o kişi, o kadar öfkelenirdi ki, öfkesinden yüzü simsiyah kesilir ve kendisine verilen müjdenin kötülüğünden ötürü kavminden köşe-bucak gizlenirdi. Bu esnada düşünmeye başlardı: Ne yapsaydı? Bu çocuğu aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsa, yoksa diri diri toprağa gömüp bir an önce ondan kurtulsa mıydı? Bak şunlara! Ne kadar da kötü düşünüyorlar!”

Cenab-ı Allah, böylesine insanlık dışı zihniyete sahip canilerin yüklenmiş oldukları vebalin ağırlığını, kızını diri diri toprağa gömen hiçbir evlat katilinin asla cevap veremeyeceği şu soru ile dile getirmiştir:

 “Diri diri toprağa gömülen o kız çocuğuna: ‘Sen hangi günahı işledin de seni diri diri toprağa gömdüler?’ denildiği vakit!”  Hiç şüphesiz, aklı ve vicdanı olanlar için kıyamete kadar cevabı verilemeyecek bir sualdir bu!

Tarih boyunca olduğu gibi, Cahiliye döneminde Arap toplumunda da babanın soyunu devam ettirdiği ve sayıları arttıkça baba için maddi ve manevi destek oluşturduğu gerekçesiyle erkek çocuklar, kız çocuklarına tercih edilmiştir. Bu dönemde kız çocukları horlanıp öldürülürken Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.) tam dört kız çocuğu yetiştirmiş ve evlendirmiştir… Çünkü Allah ve Resulü nazarında kadın ile erkeğin hiçbir farkı yoktur; ikisi de insan olarak aynı değere sahiptir. Nitekim Yüce Allah Kur’an’da, Hz. Meryem’i ve Firavun’un karısını tüm Müslümanlara örnek göstermiştir… Bilhassa iman edip takvaya sarıldığı takdirde “Hak yolunda” erkekle kadın ayrımı olmaz. Bu hususta Kur’an’ın tabiri “rical”dir;

“Rical, hiçbir ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah’ı zikretmekten, namazı ikame edip zekâtı vermekten alıkoyamadığı “er” kişilerdir. Çünkü onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten fırıl fırıl döneceği bir günden korkmaktadırlar!

“Müminlerden öyle mert, öyle yiğit kişiler /rical de vardı ki onlar Allah’a verdikleri sözü tutup gerçekleştirdiler. Onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine getirmiş, şehit oluncaya kadar yerinde sebat etmiş, bir kısmı ise şehit olmayı beklemekteydiler. Onlar verdikleri sözü değiştirip atmadılar. ”

Tasavvufta bu ilke daha belirgindir. Orada da “Hak yolunda” erkekle kadın ayrımı olmaz. “İbn Arabi, bu ayetlerle de ilintili olarak tasavvuftaki raculiyet’ten söz ederken demiştir ki, “Hakiki raculiyet, yani ‘erlik’ insanın, hulkıyeti ve hevâlarının karanlığından kurtulup, aklın ve manevi irşadın ziyası ile tezkiyesine mütakip” tekmil edilmektedir. Ancak tarik-i Rabb’in külfetine icap edemeyen erkekler ise, karılardan beter ve zelil telakki edilmektedir.”

Hak yolunda erkekle kadın ayrımı yapılmaz. Görevde ve amaca götüren yoldaki başarı esastır. Bu yüzden Câmi, Nefehâtü’l-Üns’te şöyle demiştir:

Her kadın olsa, bizim zikrettiğimiz o kadın gibi,

Kadınlar erkeklere pekâla tercih edilir idi:

Müennes cinsinden güneşe dokunmaz bir zarar,

Müzekker de artırmaz kamerin şanını, bir o kadar.

Bu münasebetle temel iki kaynağında kadın erkek ayırmaksızın, tüm insanlara böylesine yüce bir değer atfeden İslam, cahiliye döneminde kadına yapılan zulme hiç müsaade eder mi? Nitekim öyle de olmuştur. Kur’an öncelikle ezilen ve aşağılanan tüm insanlara reva görülen zulme karşı çıkmış, onlara haklarını zamanla teker teker vermiştir. Bu cümleden olarak zihar, ȋlȃ, miras yoluyla intikal… gibi yukarıda sadece bir kısmını naklettiğimiz haksızlıklara kesin ve açık emir ve yasaklarla son vermiştir. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın iki elimle yarattığım dediği, bizzat Ben yarattım dediği, iblise sesleniyor, iki elimle bizzat benim yarattığıma sen ne diye secde etmiyorsun? İki elimle yarattığım dediği, ruhundan ruh üflediği, melekleri secdeye mecbur ettiği, ilahi emanete namzet görerek yeryüzünde kendine halife tayin ettiği akıllı, iradeli ve Rabbinin yanında ayrıcalıklı bir varlıktır insan.

 

Site tasarımı Mehmet Akif Duman

Elektronik posta adresi