Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman

DİN HİZMETLERİ, ÖNEMİ VE SORUNLARI

Prof. Dr. Mehmet Zeki Duman,

 Sayın Belediye Başkanı, Sayın İlçe Müftüm, sayın büyüklerim ve değerli dinleyenlerim, sevgili hemşehrilerim, konferansıma başlamadan önce hepinizi saygı ile selamlıyorum. Allah’ın selamı üzerinize olsun!

Peygamber Efendimizin: “Evveli rahmet, ortası mağfiret sonu da cehennem azabından kurtuluştur.” Dediği ve “Kim iman ile, Allah rızasını düşünerek Ramazan ayı orucunu tutarsa, onun tüm günahları bağışlanır.” buyurduğu mübarek bir ayın son günlerini yaşamaktayız. Umarım hepiniz bu ayda Cenab-ı Allah’ın rahmetine ve mağfiretine gark olmuşsunuzdur…

Gölgesi üzerimize düşmüş olan Kadir Gecesi ve Ramazan Bayramınızı da şimdiden tebrik ederim. daha nice Kadir Gecelerine ve Bayramlara sağlık ve afiyet içerisinde erişmenizi yüce Mevla’dan niyaz ederim!

 Aziz kardeşlerim

Bu hafta Camiler Haftasıdır. 2003 yılından beri T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir gelenk başlatmış olup bir hafta boyunca böylesi konferanslar, ilmî toplantılar, ve değişik etkinliklerle halka daha yakın olma çabası içerisindedirler. Biz de bu münasebetle burada bu konferansı veriyoruz. Bu haftanın nice hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’dan  niyaz ediyorum.

Konferansımızın konusu DİN HİZMETLERİ, ÖNEMİ VE SORUNLARI…

Din, Allah tarafından vaz olunmuş ilahî bir kanundur. Amacı, insanları dünyada doğru yola iletmek ve her iki cihanda da mutlu ve müreffeh bir hayat yaşatmaktır...

İslam Dini evrensel ilahi /Semavî bir dindir. Elbette evrensel din evrensel bir vizyon ve evrensel bir hizmet gerektirir. Din hizmetlerinin gözden geçirilmesi, eksikliklerin ve aksakların görülmesi, daha iyi hizmetlerin verilmesi için bu hafta çok önemlidir.

Gerçi, Hristiyanlıkta olduğu gibi İslam’da, Allah’ın yeryüzünde gölgesi olarak kabul edilen, onun adına haramlar ve helaller belirleyen, yeni yeni emirler ve yasaklar koyan, söyledikleri her şey ilahî kabul edilen bir RUHBAN sınıfı yoktur. Ancak İslâm’da, kendileri de Cenab-ı Hakk’a ve Halka karşı sorumlu din hizmetçileri anlamında din görevlileri vardır.

İslam’da ilk ve en seçkin din hizmetçileri Peygamberlerdir. Onlar örnek vasıfları ve seçkin kişilikleriyle Allah’tan aldıklarını hem yaşamışlar hem de insanlara tebliğ etmiş aktarmışlardır.

Diğer insanlar ise Peygamberlerin yardımcılarıdırlar, gönüllü olarak Allah’ın dinine hizmet etmektedirler…

Hz. İsa, Yahudilerin kendisini öldürme girişimlerini hisseder etmez: من أنصاري إلي الله  “Benden sonra Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?” Onları tanımak istiyorum, dediği zaman on iki havarisi نحن أنصار الله  “Allah yolunda senin yardımcıların bizleriz…” [2] cevabını vermiş ve Hz. İsa’dan sonra, ölünceye kadar Allah’ın dinini tebliğ etmeye devam etmişler, insanlara doğru yolu göstermişler, ibadetlerde ve güzel ahlakta halka önderlik etmişlerdir…

İslâm Dininin en seçkin ve en son hizmetçisi “Hatemennebiyyin” [3] olan Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.).

 إن تنصر الله ينصركم  “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder, ayaklarınızı yere sağlam bastırır…” [4] ayeti sebebiyle tüm Müslümanlar Allah’ın Dininin yardımcıları ve hizmetçileridir, olmalıdırlar da. Çünkü Alla: “Ey iman edenler!” Havarilerin Hz. İsa’ya yardım ettikleri gibi, “siz de Allah’ın yardımcıları olun!” [5] buyurmuş Müslümanlardan dinine yardım etmelerine istemiştir.

İşte bu inanç ve vâad sebebiyle Resulüllah’dan (s.a.v.) sonra Sahabe-i Kiram, hep birlikte, Allah’ın dinini yaymak, yeryüzünü İslâm’ın nuruyla aydınlatmak ve insanlık âlemini İslam ile müşerref kılmak için mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad etmiş ve İslâm’ı yeryüzüne yayma başarısını göstermişlerdir...

Bugün İran’da, Azerbeycan’da, Rusyanın içlerinde… Anadolu’nun hemen her köşesinde… Mesela İstanbul’da  Ebu Eyyüb el-Ensarî, Kahraman Maraş’da Ukkaşe b. Mıhsan, Erzurum’da Abdurrahman Gazî, Sivas’ta onun kardeşi Abdulvahab Gazî hazretleri bulunmaktadır… Bunların hepsi de Allah’ın yardımcıları olarak hizmet etmişler ve bizlerin de Müslüman olma şerefine erdirmişlerdir.

Bugün yeryüzünde 1.6 milyar Müslüman varsa, hep bu din hizmetleri ve hizmetçileri sebebiyledir. Allah hepsinden razı olsun. Hizmetlerini makbul, makamlarını cennet eylesin…

Değerli kardeşlerim!

Din hizmeti denildiği zaman Camiler ve Din görevlileri birbirlerinin ayrılmaz unsurlarıdır. Resulüllah’dan (s.a.v.) itibaren Camiler, mescitler din hizmetlerinin verildiği merkezlerdir. Yeryüzünde ilk mescid, İbrahim ve oğlu İsmail’in (as.) Mekke’de inşa ettikleri Mescid-i Haramdır. İnsanlar da Allah’a ibadet etmek, ismini zikretmek amacıyla mabedler kurmuşlar, Allah da onların düşüncelerini şükranla karşılamış ve oralarda adının anılmasına ve mabedlere saygı gösterilmesine izin vermiştir… [6]

Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.), Kureyş, orada ona dini tebliğ etmesine izin vermediği için Mekke’de bir cami inşa edememişti. Ancak o zaman, orada Daru’l-Erkam, Erkam Ailesinin evi bu vazifeyi görmekte idi… Müslümanlar gizli gizli orada toplanıyorlar ve Allah’tan gelen vahyi, kendilerine Rableri tarafından gönderilmiş bir mektup neşvesiyle alıyor ve orada okuyup anlamaya çalışıyorlardı.

Resulüllah hicret esnasında Kuba’da yaklaşık yirmi gün kaldı ve orada Kuba Mescidini inşa ettirdi.

Medine’ye hicret eder etmez, ilk iş olarak bildiğiniz gibi, Mescid-i Nebi olarak adlandırılan Medine Mescidini bizzat kendisi de çalışarak inşa ettirdi…

Müslümanlar da Resulüllah (s.a.v.)’ın bu sünnetini hep uygulaya gelmişlerdir. Mekânları cennet olsun. Atalarımız da vatan edindikleri her yere asırlara meydan okuyan ve her biri bir sanat şaheseri camiler, mescitler ve mabedler kondurmuşlardır. Yurdumuzun her köşesinde Selçuklular, Osmanlılar’dan kalma her biri bir sanat eseri muhteşem camilerimiz, hâlen manevî atmosferini teneffüs ederek ibadet zevkini yaşadığımız mekânlar olarak ayaktadırlar. Cennet mekân atalarımız, fethettikleri her yere inşa ettikleri külliyelerle mühürlerni vurmuşlardır. O camilerin bir çoğu şu anda gayr-ı Müslimlerin ellerinde olmalarına rağmen ayaktadırlar…

Neden Cami?

Çünkü Cami çatısı altında inanan insanları toplayan anlamındadır.

1. Renk, ırk, dil, din ve cinsiyet farkı gözetmeksizin tüm insanları toplayıcı vasfına sahip bir mekân olmasından…

2. Cami, sadece ibadet amacıyla değil ilk teşekkül etmekte olan İslâm devletinin siyasi, sosyal, hukuki, ekonomik vs. bütün işlerin görüşüldüğü ve halledildiği toplayıcı bir mekân olmasındandır.

Allah’ın Elçisi Medine’ye gelen yabancılarla, bilhassa dışarıdan gelen diplomatlarla orada görüşürdü. Sahabe arasında çözülmesi gereken meseleler orada halledilirdi. Savaş ve anlaşma müzakereleri orada akdedilirdi. Savaş kararları orada alınırdı. Eshab-ı Suffe denilen ilk yatılı okul orada kuruldu ve eğitim-öğretim faaliyetleri orada sürdürülürdü. Hatta evlenenlerin nikâhı bile bazen orada kıyılırdı. O sebeple camiler İslâm toplumunda başlangıçtan itibaren çok yönlü hizmet mekânları olmuştur.

Çok yakın zamana kadar camiler aşağı-yukarı aynı fonksiyonu icra etmekte idi. Cumhuriyet döneminden itibaren camiler, 633 sayılı Teşkilat kanununa göre de Din, İnanç, İbadet ve Ahlak esaslarının öğretildiği yerler olarak Müslümanlara hizmet görevini sürdürmektedir...

Din Hizmetlerinin birinci temel unsuru camiler ise, İkinci temel unsuru din görevlileri ve cemaattir.

Çünkü Peygamberler dini buralarda insanlara tebliğ etmiş uygulamaları buralarda yapmışlardır. İtikat esasları buralarda anlatılmıştır. Kur’an öğretimi başta olmak üzere, Allah’a ibadetler buralarda icra edilmiştir. Ahlakî kurallar, insanlar arası sosyal ilişkiler, bu ilişkilerde ihmal edilmemesi gereken âdab, erkân camilerde Müslümanlara anlatılmıştır. Hâlen camiler bu görevlerini icra etmeye devam etmektedirler.

Din görevlileri kavramı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve personelinden tutunda il ve ilçelerde müftüler, vaizler, imamlar, müezzinler, Kur’an öğreticilerine varana kadar geniş bir kesimi içine almaktadır.

Din hizmetleri Allah’a hizmettir demiştik. Allah’ın dinine yardım olduğunu söylemiştik. Yine Din hizmetçilerinin başında peygamberlerin geldiğini de söylemiştik. O hâlde bugün din görevlisi dediğimiz zaman akla ilk gelmesi gereken, Allah yolunun hizmetçileri, Peygamberlerin varisleri olacaktır.

Peygamber hizmetini görmek, onun misyoununu taşımak ve Allah yolunun eri olmak, gerçekten her insana nasip olmayan bir şereftir. Özel bir vizyon ve özel bir kabiliyet gerektirir. Eğer din görevlisi kardeşlerimiz bu meziyete sahipseler ve sahip oldukları bu şerefi gerektiği biçimde takdir edebiliyor ve görevlerini bi hakkın icra edebiliyorlarsa hem Allah katında makbul hem de insanlar arasında muteber insanlardır.

Peygamber varisi olmak her şeyden önce onun inancını, onun ahlakını, onun hedeflerini benimsemeyi gerektirir. Bilhassa onun ahlâkını özümseyerek yaşamayı elzem kılar. Çünkü onun makamı, ancak ona layık olanlarla doldurulur. Dolduramayanların o makamlarda işi yoktur…

Değerli kardeşlerim, Süleyman (a.s.)’la ilgili bir hikâye anlatılır. Çok ibretli ve bu konuda çok manidar olduğu için sizlerle paylaşmak isterim.

Nakledilir ki, anne tavşan yavrularını yuvasında günlerce beslemiş, büyütmüştür. Artık yuvadan çıkarma ve çevreyi tanıtma günü gelmiş... Onlara, önce, çevrelerindeki sakınmaları gereken tehlikeli varlıkları tanıtmış. Şunu görürseniz, hemen kaçın saklanın. Şunu görürseniz mutlaka yuvaya girin… demiş. Yavrulardan biri, zaman zaman oradan geçerken beyaz cübbesi, sarığı ve olgun davranışlarıyla oradan geçen imam efendiyi sormuş. Ondan da sakınalım mı? Demiş. Anne tavşan hayır, yavrum. Onda şimdiye kadar sakınılacak bir şey görmedim. O sebeple ondan kaçmanıza gerek yoktur, demiş… Yavrular yuvadan çıktıktan sonra çok dikkatliler. Özellikle tehlikeli olarak tanıtılanlara karşı… Hoca efendi, her zamanki gibi, başındaki beyaz sarığı, üzerindeki beyaz cübbesi ve olgun tavrıyla oradan gelip geçiyor. Hiç de zarar görmemişler. Fakat bir gün hoca efendi, ne olmuşsa, o olgun tavrını bozmuş. Yerden aldığı bir taşı tavşana atmış ve yaralamış… Yavru tavşan annesine çıkışıyormuş: Eğer ondan da sakın deseydin sakınırdım. Başıma bunlar gelmezdi… Anne tavşan doğru Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkmış ve ona ibret dolu şu tarihî uyarıyı yapmış: İmamına söyle, ya her zamanki gibi imamlığın yapsa, değilse başındaki sarığı, üzerindeki bembeyaz cübbeyi çıkarıp görevine son versin…

Değerli kardeşlerim. Din hizmetleri Peygamber işidir, dedik. Peygamberlerin ortak vasıfları: Sıdk, emanet, fetanet, ismet, tebliğdir. Bu ahlaki nitelikler mutlaka her din görevlisinin de değişmez vasfı ve örnek ahlakı olmalıdır.

Peygamber efendimize, müşrik Araplar “Muhammedü’l-Emin” diyorlardı. Onu inkâr edenler bile onun emin ve güvenli bir insan olduğundan asla şüphe etmiyorlardı.

Bir gün Ebu Cehil ile Resulüllah’ın yolları kesişmiş ve Ebu Cehil ona şu sözü söyleme ihtiyacını duymuştu: Muhammed, biz seni yalanlamıyoruz. Çünkü senin yalan söylediğine hiç şahit olmadık. Biz senin getirdiklerini bilerek yalanlıyoruz. Eğer yalanlamazsak, rızkımız kesilir, aç ölürüz; Araplar bizim kökümüzü kazırlar... (Bkz. Kasas, 28/57)

Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir:

قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللَّهِ يَجْحَدُونَ  “(Ey Resûlüm!) Biz, onların söyledikleri sözlerin, hiç şüphesiz seni üzmekte olduğunu bilmekteyiz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” [7]

Çünkü peygamberler insanlar arasından seçilmiş en seçkin kimselerdir. Yalancıdan, güvenilmeyen kimseden, günah işlemekten çekinmeyenlerden peygamber olmaz! O hâlde her din görevlisinin de emin olması şarttır. Önüne düştüğü toplum ona güvenmeli, hatta sonuna kadar güvenmelidir. Ondan emin olmalıdır. Malını, canını, ırzını, namusunu ona güvenebilmelidir... Din dışı, ahlak dışı, insanlık dışı hiçbir özelliği onda görmemelidir...

Aslında bu özellikler yalnız din görevlilerinin değil, tüm Müslümanların özelliğidir... Ama, din görevlisi diğerlerinden daha hassas, her işinde daha titiz ve her bakımdan daha temiz olmalıdır. Bunun sonucu takvadır. Din görevlisi muttaki olmalıdır. Çünkü onun kendisine layık görüp tercih ettiği işi, Allah’a yardım, Resulüne meslektaşlık ve Müslümanlara hizmettir…

Aziz kardeşlerim, din hizmetleri insanın manevî yönden eğitilmesi, ahlaken yüceltilmesi kul ile Allah’ın makbul bir zeminde buluşturulması hizmetidir. İnsanları manen inşa etmektir. Onları ahlaken eğitmektir. Adab ve erkân yönüyle insanlık vasıflarında yüceltmektir. Eğer bir Müslüman toplumun fertleri böyle bir eğitim ve öğretimden geçer ve seçkin bir toplum olurlarsa, onların dünyaları da mamur, ahiretleri de mamur olur. Nitekim Allah’ın Resulü Hz. Mumammed Mustafa (s.a.v.) böyle bir hizmet vermiş ve yaklaşık yirmi üç yılda nüfusu yüz binleri bulan bir İslam toplumu vücuda getirmiştir.

İlk vahyin etkisiyle, eşi Hz. Hatice’ye: “Bana kim inanır ki?” dediği zaman ile Allah’a ruhunu teslim ettiği zaman arasında tam 23 yıl vardır. Bu zaman zarfında yüzlerce insan putlara tapmaktan ve insanlık dışı hayattan uzaklaşarak İslam’ın aydınlığına ermiştir. Veda hutbesinde yüz binin üzerindeki bir topluluğa hitap edebilmiştir. Yüce Allah onun yetiştirdiği toplumu Kur’an’ında şöyle övmektedir:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاۤءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا  “Böylece siz insanlara şahit olasınız, Resûl de size şahit olsun diye Biz sizi aşırılıkları olmayan adil bir toplum yaptık…” [8]

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz, insanlar için eğitilip yetiştirilmiş en iyi bir topluluksunuz; iyiliği emrediyor, kötülüklere mani oluyor ve Allah’a iman ediyorsunuz! Keşke Ehl-i Kitap da sizin gibi iman etmiş olsaydı kendileri için ne iyi olurdu!” [9]

Bir hadisinde Resulüllah (s.a.v.) şöyle demiştir: “Eshabım, sabredip bekleyin. Emin olun ki bu din kemale erdiği ve yayıldığı zaman, bulunduğu bölgede bir kadın yol boyunca hiç kimseden korkmadan tek başına yola gidebilecektir. Sadece koyunları için kurt korkusu olabilir…” Nitekim Sahabe-i Kiram, adil ve görevlerinde titiz yöneticileri sayesinde bu günleri görmüş ve yaşamıştır.

Mehmet Akif o dönemin adaletini bir beytinde şöyle dile getirmiştir:

Diclenin kenarında bir kurt kapsa koyunu,

Yarın Adl-i İlahi Ömer’den soracak onu…

Evet din hizmetleri toplum için bu kadar önemli ve sadece camilere hapsedilmemeli; mutlaka hem cami cemaatine hem de cami dışına taşınmalı… Çünkü din hizmetleri, eğer Hz. Peygamberin yaptığı biçimde algılanır ve o değer ve kalitede topluma hizmet edilirse Tıp ilminden, doktorların hizmetinden çok daha önemli bir hizmet verilmiş olur.

Maide suresinin 32. ayetinde Cenab-ı Allah Şöyle buyurmuştur:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي اْلأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَاۤ أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا  “Kim, herhangi bir cana veya yeryüzündeki bir bozgunculuğa karşılık olmaksızın bir insanı (suçsuz yere) öldürürse, tüm insanları öldürmüş gibidir… Kim de bir insana hayat verirse, bütün insanlara hayat vermiş gibi olur!” [10]

Konuya, insana hayat verme açısından baktığımızda doktorlara imrenmemek mümkün değildir. Hastalanan, ölümle burun buruna gelen onlara koşmaktadır. Pek çok kimse de ölümden kurtulmuş olarak evine dönmektedir.  Ayeti kerimedeki vaad ve onun mükafatı düşünüldüğü zaman Tıb, dünya ve ahiret sevabını kazanmak isteyen müminler için gerçekten arzu edilecek önemli bir meslektir. Hizmeti doğrudan doğruya insanadır. Hem de “hayat vermek” kadar önemli bir hizmettir…

Değerli kardeşlerim, Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

Allah katında insanlar iki kısımdır: Ya mümindir, muttakidir, Allah katında değerlidir, ya da kâfirdir, facirdir ve Allah nazarında bir hiçtir…

Kur’an’da müminlere diriler, [11] inkâr edenlere ve müşriklere ise ölüler tabiri kullanılmaktadır. [12] Çünkü onların akılları var anlamıyorlar, gözleri var görmüyorlar, kulakları var işitmiyorlar… Onlar tıpkı hayvan gibidirler, hatta ondan daha aşağıdırlar… [13]

Allah’a ve Ahiret gününe inanan insan için din hizmetleri işte böyle değerli bir hizmettir. Hatta bu hadis ve ayetler göz önünde bulundurulduğu zaman, din hizmetlerinin Tıp ilminden daha önemli olduğunu bile söylemek mümkündür...

Peygamber Efendimiz Hz. Ali’ye şöyle demiştir. “Ya Ali! Senin elinden bir insanın hidayete ermesi, senin için tüm dünyayı ve içerisindekileri değer de artar bile…

Bize göre bunun izahı şöyledir: Doktorlar insana maddi hayatını, bedensel sağlığını kazandırırlar. Peygamberler ve onların varisleri ise insanlara, eğer iman ederlerse, hem gerçek hayatı, insan kimliğini ve Sırat-ı Müstakim’i hem de ebedi olan ahiret hayatını ve mutluluğunu kazandırmaktadırlar. İyi bir dini telkin hastalıklar konusunda da faydalıdır.  Söz gelimi Allah’a güven, dua ve tevekkül pek çok ilaçtan daha etkili bir tedavi yöntemidir… Her ikisine de ihtiyacın olduğu muhakkaktır. Buna rağmen denilebilir ki, din hizmetleri, layık-ı vechile yapılırsa Tıbb’ın verdiği hizmetten daha üstün bir hizmet sayılabilir…

Din hizmetlerinin ihmali de aynı derece büyük tehlikelere açıktır:

Eğer çevremizde bir insan, cehaletinden dolayı söz, iş ve davranışları bakımından Allah’ın gazabını hak eder duruma düşüyorsa, inkâr üzere ölüyorsa, bunun ıstırabını mutlaka içimizde vicdanımızda duymalıyız. Kurdun kaptığı koyunun Hz. Ömer’in vicdanını sızlattığı, uykularını kaçırdığı gibi, küfrün kaptığı insan da din açısından sorumluların vicdanlarını sızlatmalı ve adaletin timsali Hz. Ömer gibi, uykularını kaçırmalıdır…

İslam Hukukuna göre, bir beldede bir insan açlıktan ölse veya zamanında müdahale edilmediği için çaresizlikten ölse, en yakınlarından başlamak suretiyle, yakınlık derecesine göre, herkes sorumludur. Özellikle görevli olup da emanete gereken riayet göstermedikleri için yöneticiler ve din hizmetçileri daha fazla sorumludurlar.

Görev yaptığımız muhitte bir insan çok yalan söylüyorsa, hırsızlık yapıyorsa, mala, cana, ırz ve namusa kast ediyorsa, onda bizim de bir payımız var mıdır? Diye düşünmek zorundayız…

Bilinmelidir ki, hizmetin olduğu her yerde olumlu sonuçlar da alınır. Allah yolunda yapılan hiçbir hizmeti Allah sonuçsuz bırakmaz, asla boşa çıkarmaz. O hâlde biz din görevlileri de hizmetimizin olumlu sonuçlarını toplumda arayıp görmeliyiz.

Mesela Müftü Efendi Abdurrahim bey, Şarkışla’ya tayin olalı, diyelim ki beş yıl oldu. Oturup hesabını yapmalı. Ben buraya atandığımda Camiye devam eden insanların sayısında bir artış oldu mu? Zekât verenlerin sayısı ne idi, ne oldu? İnsanların ahlakında bir gelişme görülebiliyor mu? Esnaf ölçü ve tartıyı düzgün yapıyor mu? Sosyal yardım müessesesi işletiliyor mu? Yetimler, yoksullar, kimsesiz yaşlılara el uzatılıyor mu? Ben ne yaptım ve bugün nasıl bir sonuçla karşı karşıyayım? demelidir.

Ben bu Şarkışla’da çok yaşlı bir kadını işittim. Varlıklı, fakat yaşlı… Sahip çıkılmadığı için günlerce o soğuk evde aç susuz kalmış. Komşusu anlatmıştı: Baktım cama bir vuran var. Ne göreyim, falan ana değil mi?. Kapıyı açtım, buyur ettim. Soğuktan donuyorum… Sobayı yakamıyorum… Ne olur bana bir tas sıcak çorba… O kadın daha sonra evinde ölü bulundu. Ne zaman öldüğü belli değildi…

Her kademedeki din görevlisi, görev yaptığı bölgede kendisi için bunları düşünmeli. Hatta önem vermelidir. Çünkü varisi olduğumuz Peygamberimiz bunu hep yapmıştır… Bizler için de şöyle buyurmuştur: “ حاسبوا قبل أن تحاسبوا   “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz”  Çünkü mutlaka bir gün sorumluluğunu taşıdığınız kimselerden sorguya çekileceğiz.

Elbette din görevlilerinin de kendilerine göre sorunları, acilen halledilmesi bekledikleri meseleleri vardır. İyilik tek taraflı değildir, iki başlıdır. Cemaat ve görevli birlikte hareket etmek durumundadırlar. Müslümanlar da onlara yardımcı olmalıdırlar. En azından görevlilerin hizmetlerine mani olmamalıdırlar…

Evet, değerli hemşehrilerim, DİN HİZMETLERİ, ÖNEMİ VE SORUNLARI konulu konferansımızın sonuna gelmiş oluyoruz. Din insanlık için ne kadar önemli ise, din hizmetleri de o derece önemlidir. İmrendiğimiz Tıp ve doktorların mesleği ile kıyasladık. DİN’in VE DİN HİZMETLERİ’nin Ondan daha önemli olduğu kanaatine vardık. Zira iman ve ahlak noktasında zayıf olan bir insanın bedeni sağlıklı olsa da ruhu hastadır, hayatı oyun ve eğlence denecek kadar anlamsız, geleceği korkunç, akıbeti ise ebedi felakettir…

Mehmet Akif’in:

“İmandır o cevher ilahî ne büyüktür,

İmansız paslı yürek sinede yüktür.. beyti dinin önemini yeterince açıklamaktadır.

 O halde Allah’ın yardımcısı, Allah yolunun hizmetçisi, Resulüllah’ın varisi, insanlığın hadimi kardeşim, görevinin önemini iyi kavra hem dünyada hem ahirette Allah’ın rızasına er! Varisi olduğun, örnek aldığın Peyamber’inin yaptığını sen de yap; insana hadim ol ki, onların efendisi olasın.

Anlatmadan geçemeyeceğim: Bir gün Rsulüllah’a (s.a.v.) bir testi soğuk su ikram edildi. O da o sudan bir miktar içti, karşısında oturan sahbi: Ya Resuallah, o sudan bana da verir misin? dedi. Resulüllah(s.a.v) yerinden kalktı ve testiyi o sahabiye götürdü. Ardından başka bir sahabi itedi, sonra başkası… Maksat o zat-ı kibriyanın elinden su içmekti… Allah’ın Resulü de peş peşe devam eden taleplere cevap verirken içeri bir yabancı girdi. Men ssyyidü’l-kavm? * bu kavmin efendisi /büyüğü kimdir? dedi. Resulüllah, elinde su testisi olduğu halde o yabancıya döndü ve cevap verdi: “Seyyidü’l-kavm hadmühüm…” /Bu kavmin efendisi şu anda onlara hizmet eden kişidir, cevabını verdi.

Sözlerime Yine Mehmet Akif’den bir beyit ile son vermek istiyorum.

 Allah’a dayan, Sâye sarıl, hikmete râm ol!

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol…

 Camiler haftasının nice hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’dan niyaz ediyor, Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Allah’ emanet olun!

 dipnotlar

[1] Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. Bu konferans, Şarkışla İlçe müftülüğünün daveti üzere, 06. 10. 2007 tarihinde, saat 14’de, Camiler Haftası münasebetiyle, Kızılay Düğün Salonunda verilmiştir.

[2] Âl-i İmran, 3/52.

[3] Ahzab, 33/40

[4] Muhammed, 47/7.

[5] Saf, 61/14.

[6] Bkz. Nur, 24/36-38.

[7] En’am, 6/33.

[8] Bakara, 2/143.

[9] Âl-i İmran, 3/110.

[10] Maide, 5/32.

[11] Yasin, 36/70.

[12] Enfal, 8/42; Neml, 27/80; Fatır, 35/22.

[13] Bkz. A’raf, 7/179.

 

Site tasarımı Mehmet Akif Duman

Elektronik posta adresi